Cuma, Mart 09, 2007

 

MART 2007

HERKESİN BİR TRISTRAM SHANDY’Sİ OLMALI, YOKSA DA TRISTRAM SHANDY’Yİ OKUMALI!

“Hepimiz böyle bir amcamız olsun isteriz. Tristram Shandy gibi hiç durmadan anlatan, anlattığına kendini kaptırıp giden, şakaları, kelime oyunları, gevezelikleri, saçmalıkları, çocuksuluğu, takıntılarıyla bizi hep gülümseten, akıllı, zeki, görmüş geçirmiş ama bir yanıyla da hep muzip bir çocuk kalmış bir amca...” diyor, Orhan Pamuk kitabın önsözünde.

1759-1767 yılları arasında bölüm bölüm yayımlanan “Tristram Shandy”, konusuzluğu konu alan bir roman. O dönemin edebiyat anlayışına uygun olmasa da, okuyucular tarafından büyük ilgi görmüş, sevilen bir başyapıt.

Sterne, 1713’te doğduğu İrlanda’dan 10 yaşındayken ayrılmış ve bir daha hiç dönmemiş. 1737’de İngiltere kilisesine kabul edilmiş, önce vaiz yardımcısı, sonra papaz, sonra piskopos vekili olmuş.1759 yılına kadar, verdiği vaazların kitaplaştırılması ve “A Political Romans”ın basımı ile tanınmağa başlamış ama asıl ününü “Tristram Shandy” ile elde etmiş. 1768’de ölmüş.

“Tristram Shandy” hakkında şöyle diyor Sterne: “Konu dışına çıkışlar, hiç tartışmasız, okumayı güneş gibi aydınlatır, onun canıdır, ruhudur. Onu bir kitaptan çıkarın, kitabı da kaldırıp atın; her bir sayfaya sonsuz soğuk bir kış çökecektir... Bu zor bir iş. Bu yüzden de, gördüğünüz gibi, başından beri, esas yapıtımı ve heyecanlı maceraları öyle ara bölümlerle işledim, konu dışı ve ilerleyici devinimleri öylesine karmaşık ve çetrefil bir dokuyla dokudum ki, çember içinde çember, mekanizmanın tümü, işliyor da işliyor. Ve dahası, kırk yıl daha işleyip gidecek -yeter ki, sağlık çeşmesi bana bu denli uzun bir yaşam ve neşe bağışlasın.”

Çember içinde çember, çetrefil bir dokuyla dokumuş romanını Sterne. Karen Blixen de öykü içinde öyküler sunuyor okurlarına.

EN AZ BİR ÖYKÜSÜ OLMALI İNSANIN!
Karen Blixen’in öykülerinin güzelliği onların katmanlar halinde yazılmış olmasından kaynaklanmakta. Okurlar, entrikaları, ilginç ve şaşırtıcı unsurları nedeniyle seviyorlar onun hikayelerini. Ama her okur, her zaman herşeyi anlayamaz. Blixen bunun farkında ve her hikayede – mutlaka- gizlenen şeyleri, okuyanın kendisinin bulmasını istiyor.
Yazarın tüm metinleri çok katmanlı; edebi ya da dini metinlere, efsanelere göndermelerle dolu. Hikayelerinde gerçeküstü temalara, olaylara sıkça başvuruyor, kahramanlarını masallar dünyasında gezdiriyor.
Blixen 1885’de Danimarka’da doğmuş. Yazar ve kız kardeşleri evde bir mürebbiye tarafından eğitilmişler. Bu eğitim sistematik olmamakla birlikte oldukça yüksek düzeyli bir kültür ve dil öğretimi içeriyormuş. Resim ve yazı konusunda çok yetenekli olan Karen Blixen kendi yaşamını da bir öykü haline getirmek istemiş. Yüzyıllar boyu öyküler, masallar anlatan bir ses, Şehrazat olmak istemiş.
1962’de ölmüş Karen Blixen ve 77 yıllık yaşamını kendi sözleriyle şöyle özetlemiş: “Düş kurmak akıllı uslu insanların intihar etme biçimidir.”
“Ölümsüz Öykü”de öncelikle öykünün ne olduğuna ilişkin bir tartışma var: Öykülerin, ancak gerçekleşmiş olan şeylerin anlatımı olabileceğine karşı, öykünün asla gerçek olmaması nedeniyle var olduğu... Ülkenin en zengini, arkasında bir yaşam öyküsü bırakamama korkusuyla bir öykü edinmeye çalışıyor, ama “bir öyküsü olmak” la, bir öyküyü satın almayı karıştırıyor.

Bir öykü yaratmanın öyküsü “Ölümsüz Öykü”. Eğlenceli, sürükleyici, okudukça hız kazanan, çoğalan üç uzun öykünün öyküsü...Öykülerle öykülere yolculuk...

“YOLCULUK ETMEK, ÇOK İŞE YARAR, DÜŞ GÜCÜNÜ ÇALIŞTIRIR. GERİSİ YALNIZCA DÜŞ KIRIKLIĞI VE YORGUNLUKTAN İBARETTİR.”

“Gecenin Sonuna Yolculuk”, edebiyat tarihinde bir dönüm noktası oluşturan, romanda konuşma dilini ve argoyu kullanarak devrim yaratmış bir başyapıt. Yiğit Bener’in mükemmel çevirisiyle de ayrı bir değer kazanmış.

Yiğit Bener konuğumuz oldu, onunla bu “yolculuğu” konuştuk. Hem “Gecenin Sonuna” hem de “Çevirinin Sonuna” yolculuğu...

Louis Ferdinand Céline, okurunu Birinci Dünya Savaşı'ndan, Afrika'daki Fransız sömürgelerine, oradan Amerika'ya, derken Paris'in varoşlarına ve gecenin sonuna kadar uzanan ürpertici bir yolculuğa çıkarıyor. Esprili, eleştirici, yaratıcı, düşündürücü bir yolculuğa...

1894'te Louis Ferdinand Destouches adıyla doğan Céline, Paris’te büyür, öğrenimine Aşağı Saksonya’da başlar, sonra bir İngiliz okulunda yatılı olarak okur, çeşitli işlerde çalışır. 1912’de askere alınır. Savaş ona hafif sakatlanmış bir kol, dinmeyen başağrıları, kafasının içinde hiç susmayan bir çınlama, bir madalya ve maluliyet maaşı bırakır. Okumaya devam eder ve doktor olur. Birçok eser verir ama Céline’in aşırı sağcı, ırkçı yaklaşımı eserleri üzerine gölge düşürür. Oysa, “ Gecenin Sonuna Yolculuk” siyasi duruşuyla, hümanist, savaş karşıtı yaklaşımıyla, dilde yarattığı devrimle bütün dünyada çok beğenilmiş, Henry Miller, Kurt Vonnegut ve William Burrougs gibi yazarları derinden etkilemiştir. Bu nedenle Beat kuşağının atası olarak anılmaktadır.

Céline son romanını bitirdikten kısa süre sonra, 1961’de ölür.


Üç farklı yazarla, üç farklı dünyaya yolculuk...Masalcı misali...Gökten üç elma düştü, biri sana biri bana, biri de anlayana....

Comments: Yorum Gönder



<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?