Cumartesi, Mart 01, 2008

 

MART 2008

“Eğer insan bir çiçeği seviyorsa ve milyonlarca yıldızın üzerinde bu çiçekten yalnızca bir tanecik varsa, yıldızlara uzaktan bakmak bile bu insani mutlu etmeye yeter. Çünkü insan kendi kendine ‘işte benim çiçeğim oralarda bir yerde’diyebilir.”

Böyle diyor Küçük Prens, 1943’te yayımlanan, yazarı Antoine de Saint-Exupéry’nin çizimlerini de içeren, bir çocuk kitabı gibi görünen ama aslında yaşamı ve sevgiyi çok duyarlı bir biçimde yorumlayan, bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyasını anlatan, yazın dünyasının unutulmaz romanında.

Öykü Sahra Çölü’ne mecburi iniş yapmış bir pilotun Küçük Prens’le karşılaşması ile başlar. Küçük Prens pilottan bir koyun resmi çizmesini ister ama eskizlerden hiçbirini beğenmez. Motorunu tamir etmek telâşında olan pilot sonunda bir sandık resmeder ve koyunun bunun içinde olduğunu söyler. Bedeni görünmeyen sanal koyun tam Küçük Prens’in istediği gibidir. Küçük Prens kendi gezegenini, gezdiği diğer gezegenleri, oralardaki ilginç insanları ve çiçeğini anlatır.

Fransız pilot, yazar ve şair Saint-Exupéry 1900’de Lyon’da doğmuş, İsviçre'de öğrenim görmüş, 1921’de Fransız Hava Kuvvetleri'ne katılmış, daha sonra ayrılıp hava postacılığı yapmıştır. İlk kitabı 1928'de yayımlanan “Güney Postası”dır. 1939 yılında yazdığı “İnsanların Dünyası” Fransız Akademisi Roman Büyük Ödülü'nü kazanmıştır. “Küçük Prens”in yayımlandığı yıl II. Dünya Savaşı sırasında tekrar ordu için uçmaya başlayan yazar 1944 yılında “Le Petit Prince” adlı uçakla keşif uçuşu yaparken Akdeniz üzerinde kaybolmuş ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır.

Fransa’da çok sevilen yazarın tamamlayamadığı kitabı "Çölün Bilgeliği" 1948'de yayımlanmış, yeni yapılan Lyon Havaalanına onun adı verilmiş, Küçük Prens’in resmi 50 franklık banknotların üzerine basılmıştır.

Dünya’da çok sevilen “Küçük Prens”in Türkiye’de ilginç bir öyküsü var: Atatürk'ü bir diktatör olarak tanıtan bir cümle yüzünden Türk okuyucusu kitabı uzun yıllar sansürlü okudu. Yine bu yüzden kitap, eleştirilere maruz kalabileceği gerekçesiyle 2005 yılında ilköğretim öğrencilerine önerilmek üzere hazırlanmış olan 100 Temel Eser arasından çıkarıldı.

Bir unutulmaz eserin ardından 92 yıllık bir yazın öyküsü: 20 yaşında ilk öyküsü yayımlanan, 92 yaşında hâlâ üretmeye devam eden bir yazın tutkunu Peride Celâl.

Kendisini burjuva bir aileden gelen, büyük kenti ve bu çevrenin tutucu, yozlaşmış insanlarını eleştiren bir yazar olarak tanımlıyan Peride Celâl 1915’de İstanbul’da doğar. Çocukluğu savcı üvey babasının görevi nedeniyle Anadolu’nun çeşitli kent ve kasabalarında geçer. Haydarpaşa İlkokulunu bitirdikten sonra iki yıl Saint Pulcherié Fransız Kız Okulunda okur. Eğitimi yarım kalır. İsviçre’de kaldığı yıllarda ve özel dersler alarak Fransızcasını geliştirir. Çeşitli dergi ve gazetelerde, bir dönem İETT’de, bir süre de İsviçre’de çalışan Peride Celâl, pembe aşk romanlarının yazarı olarak eleştirilmekten etkilenip neredeyse yazmaya küsecekken Atıf Yönsel’le evlenir. Böylece para kazanmak zorunluluğundan kurtulmuş olarak kendini tamamen yazmaya verir.

Çok genç yaşlarda yazmaya başlayan yazarın ilk öyküsü “Ak Kız” 27 Kasım 1935’te Yedigün dergisinde P. Gençay imzasıyla çıkar. 17 romanı ve beş öykü kitabı basılmıştır. Tefrika edilmiş ama kitap olarak basılmamış romanları da vardır. Edebiyat antolojilerinin çoğunda yer almayan, çok az sayıda eleştirmenin dikkatini çekmiş bir yazar olan Peride Celâl ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda önemsenmiş, yazarlığı ve kitapları iki farklı dönemde değerlendirilmiş ve yazarın son dönem yapıtları üzerinde odaklanılmıştır. Peride Celâl’in ilk dönem yapıtları yalnız eleştirmenlerce değil, kendisi tarafından da yok sayılmıştır.

İlk dönem eserlerinde İstanbullu üst tabaka kadınlarının yaşamlarını, konaklarda yaşanan aşkları bir macera kurgusu içinde işleyen Peride Celâl, 1949’da basılan Dar Yol’dan sonra İstanbul’un aydın ve zengin kesimin aşklarını bu kez eleştirel bir yaklaşımla konu etmiştir.

Peride Celâl’in 1978’de yayımlanan Jaguar adlı öykü kitabını okuduk.Beş öykü var bu kitapta. Kitaba adını veren Jaguar, roman özelliği taşıyan bir uzun öykü. Bir eski İstanbul mahallesinde arabaların güçlükle geçtiği daracık bir eski sokakta her araba geçişinde sarsılıp sallanan eski ahşap evler... Bu evlerden birinde bütün gün evin cumbasından dışarıdan geçen arabaları gözleyen yeniyetme bir kız... Bütün tutkusu arabalar... Bir gün yoldan geçen Jaguar aklını başından alıyor...

Peride Celâl’in diğer öykü kitapları: Bir Hanımefendinin Ölümü (1981), Pay Kavgası (1985), Mektup (1995) ve Melahat Hanım’ın Düzenli Yaşamı (1999). Romanları: Sönen Alev (1938), Yaz Yağmuru (1939), Kızıl Vazo (1940), Ana-Kız (1941), Ben Vurmadım (1941), Aşkın Doğuşu (1943), Atmaca (1944), Yıldız Tepe(1945), yazarlıktaki ikinci dönemini başlatan Dar Yol (1948) ve Üç Kadının Romanı I, II (1954), Kırkıncı Oda (1958), en güzel aşk romanım dediği Gecenin Ucundaki Işık (1963), Kurtlar'dan sonra en sevdiği romanlarından biri olan Güz Şarkısı (1966), Evli Bir Kadının Günlüğünden (1971), Hürriyet Gazetesi Sedat Simavi Edebiyat Ödülü'nü şair Fazıl Hüsnü Dağlarca ile paylaştığı Üç Yirmidört Saat (1977), her ne kadar bir özyaşam öyküsü gibi görünse de, tam anlamıyla bir roman, hem de Peride Celal'in en olgun romanı olan, 1991 Orhan Kemal Roman Armağanını alan Kurtlar (1990) ve 10 yıllık bir aradan sonra, 86 yaşında, tutkulu bir aşk öyküsünü anlatırken Türkiye'nin yakın tarihine de ışık tutan Deli Aşk (2002).

Peride Celâl yazın dünyasında bir çınar, 92 yaşında, hâlâ yazıyor ve içinde yeralan insanları incitirsem kaygısıyla anılarının sağlığında yayımlanmasını istemiyor.

VİLDAN ERTÜRK

This page is powered by Blogger. Isn't yours?