Cuma, Nisan 01, 2005

 

MART 2005

EDEBİYAT KULÜBÜNDE GEÇEN AY –MART-

Geçen ay okuduğumuz kitaplardan biri, bilim kurgu yazınının kültlerinden biri haline gelmiş beş kitaplık dizinin ilki olan, Otostopçunun Galaksi Rehberi’ydi. Douglas Noel Adams, ya da kısaca DNA, ilk eserini 11 yaşında yazmış ve bir mizah dergisinde yayımlatmış. Edebiyat Fakültesi’nden mezuniyetinden sonra, önce radyo için senaryolar yazmış, sonra televizyona geçmiş. Gezgin olarak Avrupa’yı turlarken (Türkiye’ye de gelip, yemeklerden zehirlenmiş) mizahi bir turizm rehberi yazmak üzerinde düşünmüş. Bunu altı bölümlük radyo tiyatrosu olarak yayınlamışlar, ardından kitaplaştırılmış ve 1984 yılında Golden Pan ödülünü en erken alan (1 milyon satış rakamın en erken ulaşarak) kitap olmuş. DNA böylece en çok satan yazarlardan biri haline gelmiş.Bazı girişimciler de durumdan yararlanıp, DNA’nın evrende gezerken yanınızda bulunması gereken en gerekli ve faydalı şeyin bir havlu olması düşüncesinden hareketle, kitabın ve rehberin havlusunu yapmışlar. Bu havlular özellikle gezginlerin çok ilgisini çekiyormuş.
06 Mayıs 2005 de filmi gösterime girecek olan, Otostopçunun Galaksi Rehberi, galaksinin haritası bile çıkarılmamış ücra bir köşesinde, gözlerden uzak bir güneşin yörüngesinde dönen tamamıyla önemsiz küçük bir gezegeni anlatır. Gezegenin maymundan gelen halkı genellikle mutsuzdur. Ağaclardan inmekle büyük hata yaptıklarını düşünmektedirler. Bazıları ağaçlara çıkmanın bile yanlış bir hamle olduğunu ve okyanuslardan asla ayrılmamış olmaları gerektiğini savunmaktadırlar. Sonra, adamın birinin, bundan böyle halka nazik davranmanın ne kadar iyi olacağını dile getirdi diye bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık iki bin yıl sonra, bir perşembe günü, o önemsiz gezegen bir kestirme yol uğruna yok olup gider. Ama bilinmeyen gerçek şudur ki, gezegenin yaratılış amacı aslında, yalnızca nihai soruya cevap vermek için yapılan bir deneydir.
Ana hatlarıyla bilinen herşeyin ne kadar küçük ve önemsiz, varolanın ise anlaşılabilirliğin ötesinde olduğunu; kendini dev aynasında görmenin komikliğini yansıtan; hiç bitmeyecek bir öykü üzerine kurulu, Galaksi Rehberi. Nitekim rehberde dünya gezegeni icin yazılan tek cümle, önceleri sadece ‘zararsız’ iken, dünyada 15 yıl mahsur kalan Ford Prefect karakteri bu girişi ‘çoğunlukla zararsız’ diye değiştirmekle yetinmiş.
“Uçmak kolaydır, yeryüzünü unutun yeter.” Diyor, Douglas Noel Adams.










DON QUIXOTE


Çoğumuzun çocukken kısaltılmış versiyonunu okuduğumuz, ya da film, bale gibi bir uyarlamasını izlediğimiz, bu yüzden de bildiğimizi sandığımız, oysa okumamakla çok şey kaybettiğimiz dev bir esere, hakettiği ilgiyi verebildik sonunda.

İlk modern roman olarak kabul edilen Don Quijote, bundan 400 yıl önce, 1605 yılında yayımlanmış. Tüm zamanların en çok okunan, en çok yabancı dile çevrilen, kendisine en çok gönderme yapılan roman rekorlarını elinde tutuyor. İnce, pırıltılı bir espri anlayışıyla yazılmış, döneminin en renkli tablosunu çizen, İspanya’nın sosyal, ekonomik, dini, siyasi ve edebi bir portesini çıkarırken bir an bile okuru eğlendirmeyi ihmal etmeyen bir roman, bir başyapıt. Yazarlar arasında yapılan bütün en iyi roman anketlerinde, ilk sırada yer alıyor.

Kısa süre önce “Don Kişot’tan Bugüne Roman” isimli kitabı, İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü öğretim üyesi Jale Parla, şunları söylemekte: “Yazılışından günümüze kadar Don Quijote’den etkilenmemiş, hayatının bir döneminde onunla yakınlaşmamış, hesaplaşmamış, etkilenmemiş bir yazar yoktur. Bu kadar uzun süreli bir etki, böyle bir evrensellik, böyle çağlar süren bir esin kaynağının nedenleri: Don Quijote tipinin zenginliği; kaybedeceğini bile bile savaşıp yenilmeye mahkûm, idealinden asla taviz vermeyip, “altın çağı geri getirmek” isteyen bir adam oluşu ve Don Quijote’ nin, bir ayağı gerçeklik/yanılsama ikilisi, diğer ayağı akıllılık/delilik ikilisi üzerinde yükselen bir roman olmasıdır. Bu iki eksene paralel olarak Don Quijote – Sancho Panza ikiliğinin karşı konulmaz cazibesi ve tükenmez ilhamı vardır. Cervantes, Don Quijote’da, bir düzine kadar yazar, gölge yazar, anlatıcı, çevirmen, okuyucu, dinleyici arasında bir gölge gibi gezinerek, konuşmaktan çok konuşturarak ve dinleyerek, kurgudaki dehasını ortaya koyar. Her bölümün sonunda kahramanlar yaşamın bir çok alanıyla ilgili tadına doyulmaz sohbetler yaparlar.”

Cervantes, bir Erasmus hayranı, hatta mürididir. Don Quixote karakterinde, “Deliliğe Methiye” nin izlerini görmemek mümkün değildir.

Carlos Fuentes’in, Tobias Smollett’in Don Quixote çevirisine yazdığı önsözden edindiğimiz bilgilere göre, Erasmus düşüncesinin Cervantes üzerinde yarattığı etki, filozof ile romancının kullandıkları üç ortak tema ile kolayca algılanabilir: Gerçeğin ikili niteliği, görünümün aldatıcılığı ve deliliğe övgü. Erasmus, Rönesans düalizmini yansıtır: Anlayış, inanıştan farklı olabilir, ancak akıl, dış görünüme göre hüküm vermemek hususunda dikkatli olmalıdır.

Her şey mümkündür. Her şey kuşkuludur. Yalnızca Kastilya’nın merkezindeki platodaki, kurak La Mancha ovasında yaşayan yaşlı bir hidalgo (düşük dereceli soylu) kesinliğin kurallarına bağlı kalmaya devam eder. Onun için hiçbir şey kuşkulu değildir ve her şey mümkündür. Eleştirinin yeni dünyasında Don Quixote bir inanç şövalyesidir. Bu inanç, okumaktan kaynaklanır ve okuması bir deliliktir. “Okuma” ve “delilik” sözcüklerinin İspanyolcaları bu ilişkiyi daha güçlü bir şekilde ortaya koyar: Okuma “lectura”dır, delilik ise “locura”.






Cervantes okuyucunun kendisinin okunduğunu bildiği ve yazarın kendisinin yazıldığını bildiği bir kitabın sayfalarını açık bırakır ve ölür. Kimilerine göre, 23 Nisan 1616’da, Shakespeare ile aynı günde olmasa da, aynı tarihlerde! Üstelik, ikisinin belki de aynı kişi olduğu bile ileri sürülmüştür.

Fuentes’e göre, edebiyat kelimelerle şeylerin arasındaki mesafeyi kısaltmak isteyen ütopik bir operasyondur. Hepimizin kendi yaşamında keşfettiği gibi, Don Quixote da şeylerin herkese ait olmadığını, ama sözcüklerin herkese ait olduğunu keşfeder. Sözcükler hava gibidir: herkese aittir ya da hiç kimseye ait değildir. Dil, ortak mülkiyetin ilk ve en doğal görünümüdür. O halde, Miguel de Cervantes de, kendisi Miguel de Cervantes olmayıp bütün insanlıkmış anlamında, sözcüklerinin sadece sahibidir. Şiir, yazarını yaratır, tıpkı okurlarını yarattığı gibi. Cervantes’in okuma kritiğinin son betimlemesi işte şu anıt yazısı kadar basittir: Don Quixote, herkes tarafından yazılmış, herkes tarafından okunmuştur.

This page is powered by Blogger. Isn't yours?