Cuma, Ekim 01, 2004

 

EYLÜL 2004

Edebiyat Kulübümüz’ün bu yıl başlattığı, Öykü Atelyesi’nin heyecanını yazarlarımız da bizimle paylaşmaya başladılar. İlk konuğumuz M. Sadık Aslankara, böyle bir girişimi sevinçle karşıladı, bizleri yüreklendirdi ve zaman zaman çalışmalarımıza katılmaya söz verdi.
M.Sadık Aslankara, felsefeci, yazar, tiyatrocu, belgesel sinemacı ve Türk yazınının günümüzde en çok ürün veren eleştirmenlerinden biri. İlk imzalı yazısı 1965 ‘te Cumhuriyet’te yayımlanan Aslankara’nın, ürün verdiği alanlarda çeşitli ödülleri var. Yayımlanmış kitapları: Kevser’di (oyun), Bin Yüz Bin Giz (roman), Selgesus’ta Buse (roman), Cumhuriyetimizin 75. yılında Ormancılığımız (derleme), Uykusu Sakız (öykü), Sığınak ( roman).
Tüm bu özelliklerini, fazlasıyla değil, eksiğiyle sıralayarak tanıttığımız Sadık Aslankara, çok şey yapıyor olmanın, bu alanların tümünde, aynı şekilde yetkin olmak anlamına gelmediğini vurgulayarak, tam da yetkinliğin getirdiği bir alçakgönüllükle başladı konuşmasına ve öyküyü şöyle tanımladı: “Öykü, devlet gibi soyut bir kavramdır. Devlet gibi öyküleri de oluşturanlar, insanlardır. Nasıl insanlar olmadan devlet olamazsa, öyküler de olamaz. Öyküleri vareden yazarlardır. Bu nedenle de öykücüğümüzü belirleyen bu insanlardır”.
Söyleşi başlığımız, “Günümüz Türk Öykücülüğü”ydü. Aslankara 2000 yılı öykücülüğünü, Ellili yılların öykücülüğüyle karşılaştırmalı olarak anlattı. Aradaki dönemlerde çok önemli isimler olmakla birlikte, edebiyatımıza katkıda bulunacak, yenilik getirecek nitelikte ürünlerin çok az sayıda olduğunu belirten Aslankara, bu ara dönemde, toplumsal, siyasal kaygıların ağır basıp, yazarların daha çok anlatımcı bir dili yeğlediklerini, oysa, “Elli Kuşağı”nın, Türk Yazınına ve Türk Öykücülüğüne çok şey kazandırdığını savundu. Ona göre: Bu kuşağın, ki genellikle otuzlu yıllarda doğmuşlardı, kromozonlarında mutluluk, heyecan vardı. O yıllarda Avrupa’lı aydınlar için bir seçenek olan Türkiye’nin aydınlanma dönemine gözaçmışlardı. Ellili yıllarda, bozulmayla birlikte bu aydınlanma pul pul dökülmeye başladığında, onlar, yirmili yaşlarındaydılar ve mücadelenin içinde yeralmışlardı. Yeni anayasayla lise mezunlarına köy öğretmenliği olanağı sağlanınca, halkı tanıma fırsatını bulmuş ve bunu eserlerine yansıtabilmişlerdi. Onların başarısı, yaşananları, gerçek yaşamdan gelenleri, bir yazın öğesine dönüştürerek eserler vermiş olmalarıdır. Her biri edebiyat adına bir yenilik getirmeye çalışmış, yine her biri, kendi özgün dilini yakalamayı başarmıştır. O dönemlerde dergilerde adı geçen, kitapları basılan yazarların hemen hepsi bugün adlarını korumaktadırlar, çünkü, kalıcı olmanın şartlarını yerine getirmişlerdir. Özdemir İnce’nin deyişiyle, bu gözkamaştırıcı kuşak kimseye boyun eğmemiştir. Bu kuşaktan önce de sonra da çok önemli öykücüler vardır kuşkusuz. “Yedi harika”, Memduh Şevket Esendal, Sabahattin Ali, Sait Faik Abasıyanık, Orhan Kemal, Haldun Taner, Oktay Akbal ve Nezihe Meriç’e, “Elli Kuşağı”nı da sekizinci harika olarak eklemektedir Sadık Aslankara.
1950’den sonra, toplumsal gerçekçiler, ya da köy enstitülüler, aktarımcı bir dil kullanmışlar, kabaca dönüştürmeye pek önem vermemişlerdir. Oysa, sanat, akıl yoluyla yapılan bir dönüştürmedir ve bu dönüştürme işi edebiyatın labaratuvarında yapılmalıdır. 2000 dönemine gelindiğinde ise, dil bilinci, estetik anlayışı zedelenmiş, siyasal bilincini yitirmiş, aydınlanmayla ilişkisini anlamlandıramamış bir kuşak vardır karşımızda. Otuzlu yıllarda Avrupalı aydınlar Türkiyeye gelirken, yetmişli, seksenli yıllarda Türk aydınları ülkeyi terk etmişlerdir. Türk Dil Kurumu kapatılmıştır bu dönemde. 1990’dan sonra bir patlama vardır öykücülükte. Yayımlanan öykü kitabı sayısı, seksenli yıllarda, yılda 10-15 ken, 2003’ te 150 tir. Ama bu patlama nitelik açısından değildir ne yazık ki! Bir manifestoya dönüştürülmüş olan öykü, ayakları yere basar hale getirilebilmişse de, bu dönemde, yazın sanatımız adına önemli bir yenilik yapılamamıştır! Çok öykü var, ama hepsi birbirine yakın öyküler. Yazarlar arasında ayrışma yok. Günümüz öykücülüğünü böyle tanımlayan ve çok okumadan, yazarları ayırmaksızın okumadan, iyi yazar olunamayacağını vurgulayan Sadık Aslankara, bugünkü kuşağın da hakkını vererek bitirdi söyleşisini: Bugün, ellilerde yaşanmayan birşey var; bu kuşak öyküye sahip çıkıyor!

Öykü Atelyesi çalışmalarımıza çok katkısı olacağına inandığımız bu söyleşi, bizleri heyecanlandırdığı kadar ne kadar önemli ve zor bir işe kalktığımızı farkettirerek, ürküttü de doğrusu. Ama olması gereken de bu değil mi? Edebiyat zor bir iş!

This page is powered by Blogger. Isn't yours?