Cumartesi, Şubat 14, 2009

 

OCAK 2009

JAMES JOYCE ve ULYSSES


Edebiyat Grubu olarak “James Joyce’un Ulysses’ini okuyalım” kararı aldığımızda; aslında bu, başta önerenler olmak üzere çoğumuz için, edebiyat dünyasının “okunamaz” dediği kitabı okumayı başarma çabasıydı. Aradan geçen 4 ay sonunda bu kitabın okunabileceğini ancak okunduktan sonra sunulmasının pek kolay olmadığını anladık. Tabii ki, sunuma bu büyülü kitabın çevirmeni Nevzat Erkmen’i de davet ederek kendimizi iyice köşeye sıkıştırdık.

1882’de Dublin’de doğan Joyce, babasının masallarında kullandığı sözcükleri, uydurma kahramanları daha sonra kitaplarında kullanmak üzere hafızasına yerleştirmişti. Yaşamının değişik dönemlerindeki kişileri veya unutulmaz anıları, romanlarına taşıyan ya da romanlarından hayatına uyarlayan bir tarza sahipti. Huzurlu ve kalabalık bir ailenin en büyük çocuğuydu. Babasının sürekli değiştirdiği işler, çocukluk döneminde ülkedeki politik çekişmeler, devam ettiği dini okul, erken yaşlarda içinde bulunduğu Dublin’in hareketli gece hayatı, yirmili yaşlarda tanıştığı ve sonrasında hayatında gerek dostluk gerekse kazıklanma anlamında derin izler bırakan dostluklar; yavaş yavaş romanlarının kahramanlarını ve içindeki olayların bakış açısını oluşturdu.

Hayatının dönüm noktası ise 16 Haziran 1904’tür. Yıllar sonra bu günü, yani ileride evleneceği Nora Barnacle ile tanışıp ısrarla buluşmaya ikna ettiği gün, romanlaştırarak Nora’ya hayatının en büyük hediyesini vermiştir. Bir kitap yazmıştır Nora için. ULYSSES. Sadece 16 Haziran 1904 gününün anlatıldığı bir kitap. İçinde Nora’ya hissettiklerinin, onunla olan ilişkisinin geçmediği ama yüzyıllarca ve belki de binlerce yıl, okuyan herkesin Nora Barnacle ismini bileceği bir aşkın ürünü roman. Joyce’a dünya edebiyatının ayakları yere basan en kanlı canlı kişiyi hangi yazarın yarattığı sorulduğundaki cevabı; Homeros’tur. Bu da aslında Joyce’un Odysseia hayranlığıdır. Latinceye Ulysses olarak aktarılan Odysseus’un serüvenlerini anlatan destanıdır. Ulysses’te Kral Menelaos, karısı Helena, Troya prensi Paris, İthaka, Poseidon, büyücü Kirke, Penelope, Telemakhos yer alan ögelerdir. Joyce, Ulysses için bölgeyi Dublin olarak seçip, destan kahramanı olarak da Odysseus’un modern, gerçekçi ve komik bir uyarlaması olan bir satıcı ve Yahudi bir yabancı olan Leopold Bloom’ı seçmiştir. Romanın önemli kahramanların biri olan Stephen Dedalus, babası Odysseus’u arayan Telemakhos’un uzantısıdır. Dedalus soyadı İrlandalı değildir. Mitolojide labirentin yaratıcısıdır. Kendi labirentlerinden birinde tutsak kalmış ve yine kendi yaptığı kanatlarla uçarak kaçan Dedalus. Dedalus’un oğlu ise İkarus’tur. Babasının sözünü dinlememiş, balmumundan yapılan kanatlarla güneşe çok yaklaşmış ve eriyince de denize düşerek ölmüştür. Yunan mitolojisinin etkisi Joyce’un yapıtlarında görülmektedir. Stephen’in gizli yasak bilgileri araması mitolojideki Prometheus’u çağrıştırır. Tanrılardan ateşi çaldığı için kayaya zincirlenen ve ciğerini akbabaların yediği Prometheus.

Joyce 1914 Mart’ında Ulysses’i yazmaya başladı.1917’de gözleri bozuldu. Son yirmi yılında 11 göz ameliyatı geçirdi. 1920’lerde Finnegans Wake’ı yazarken neredeyse hiç görmeden yazıyordu. Bu nedenle de Ulysses’in yazımında Joyce’un birçok yazım hatası yaptığı söylenir. Ancak Ulysses’in yoruma çok açık çevirilerinde sürekli olarak değişen bir ifade söz konusudur. Bu nedenle de farklı dillerde birçok kez yenilenen baskıları olmuştur. Joyce, 16 Haziran 1904 gününün erken saatlerinde evinden çıkan Leopold Bloom’un Dublin’in ara sokaklarında ve ana caddelerinde yürürken karşılaştığı kişileri, onların düşünce ve anılarını, İrlanda’nın değişik çevrelerini, kenar mahalle bıçkınlarını, genelev sakinlerini, Dublin’in hatırı sayılırlarını, kilise müdavimlerini büyük bir ustalıkla Ulysses’te toplamıştır. Bütün bu çevrelerin farklı aksanlardaki İngilizcelerini konuşulduğu gibi aktarmıştır romanına. İngilizcesinin bile çok zor anlaşıldığı bu romanın bir başka sorunu ise elli sene sonra kendini göstermiştir. Kitap başka dillere nasıl çevrilecektir?

Ulysses’in Türkçeye gelmesine önayak olan Enis Batur’a kulak verelim;
“Ulysses’i çevirmeye kalkışmak başlıbaşına bir çılgınlık; yayımlamaya, daha doğrusu çevirtmeye kalkışmak da öyle; ya, çevrilmiş, yayına hazır edilmiş “Ulysses” için bir önsöz yazmaya kalkışmak?”

Üç yıl süren Ulysses’in Türkçeleştirilmesini Nevzat Erkmen üstlendiğinde aslında 40 sene önce okumaya başladığı ve bu çeviri süreciyle sonlanan bir kitap vardı önünde. Her cümle için ayrı ayrı araştırma yapan, rahibin elindeki bir kasenin hangi sözcükle söylenebileceğini bulmak için kilisede rahiple görüşen, Joyce’un bazı bölümlerde kullandığı İrlanda argo İngilizcesini çevirmek için Türkçemize yeni sözcükler kazandıran, kitabın orijinaline tamamıyla sadık kalan ve okuyanın kendisini Joyce’un tam da istediği yerde hissedeceği bir bulmaca ustası veya kendi deyişiyle etiketlerini yırtıp atmış sadece Nev olarak kalmış Nevzat Erkmen.
“Ulysses bir yolculuk. Homeros’un Odysseia’sı da. Hepimizin yaşam serüvenini simgeleyen bir Tinsel – Tensel Yolculuk’tur bu. Ulysses’i çevirmek de bir yolculuktur – hiç bitmeyecek. O tanımsız labirentte acımasız devlerle kapıştım, fettan denizkızlarıyla oynaştım, Dublin insanlarıyla ne oyunlar oynadım, sokaklarıyla yoldaş oldum, Joyce’un ulusesini dinledim de dinledim, bir Mr. Bloom olup çıktım.”
“Ulyssesce”yi “Türkçe”ye çeviren Nevzat Erkmen bittiğini düşündüğü ama aslında hiç bitmeyecek serüvenini böyle tanımlıyor.

Eğer yolunuz 16 Haziran tarihinde Dublin’e düşerse, “Bloomsday” kutlamalarına katılın; “Joyce ve Ulysses”severler dünyanın değişik yerlerinden gelip toplanırlar o gün, kendinizi yüzyıldır tanıdığınız ama ilk kez o gün karşılaştığınız bir topluluk içinde bulursunuz.

Ulysses'i okumak insanın edebiyat dünyasında, hayli değişik bir pencerenin aralanmasına yol açıyor. Bakalım bu pencerenin içinde dolaştıkça nerelerde Dedalus'la karşılaşacağım veya Dedalus'un yolunda kaybolunca kimler çıkacak yoluma? Gözlerimi kapatıyorum ve Mr.Bloom ile Dublin'de striptiz yapan bir votkanın keyfi içinde yollarda yürürken, yanımızdan geçen at arabasının üstünde muzip gülümsemesiyle Neverk ile gözgöze geldiğimi, onu da Rüzgarlıtepe'de ebedi bir buluşmaya çağırdığımı görüyorum.
Teşekkürler James Joyce, teşekkürler Nevzat Erkmen.

Cem Sarvan, MINE’89

This page is powered by Blogger. Isn't yours?