Çarşamba, Kasım 01, 2006

 

KASIM 2006

EKİM AYININ KONUKLARI HOMEROS, EUGENE SCHOULGIN, ORHAN PAMUK VE FARUK ŞÜYUN’DU

İzmir’den Çanakkale’ye doğru, Truva sapağını geçip İntepe’ye geldiğimizde, rampayı çıkar çıkmaz tam karşımıza bir tepe ve denize doğru inen bir yamaç çıkar. Bakışlarımızı yamacın zirvesine odaklarsak orada bir tümülüs olduğunu fark ederiz. İşte orası Anadolu’nun ilk ulusal kahramanı Hektor’un mezarıdır.
Homeros’un Truva Savaşı’nı anlattığı İlyada Destanı’nın sonundaki cenaze törenin yapıldığı yerdir burası:

“Gülparmaklı şafak vakti Truva kahramanı Hektor için, 143 rakımlı tepede Truvalı genç kızların, yiğitlerin ağıtlarıyla Ofreneion denilen yerde ateş yakıldı, Hektor ateşe verildi, ateş şarapla söndürüldü, kemikleri erguvan renkli beze sarılıp altın sandukaya konuldu.Bir çukura konarak taşla ördüler yanlarını, iri gözyaşları dökerek toprak attılar üstüne, tümülüs oldu.”

Ayın ilk kitabı, Egeli ozan Homeros'un yarattığı büyük destan İlyada’ydı. Homeros’un Troya Kentini anlattığı bu destanı İsa'dan önce dokuzuncu yüzyılda yarattığı sanılıyor. Kaleme alınışı ise daha sonra. Troya kenti, Çanakkale Boğazının beri yakasında bugünkü adıyla Hisarlık Tepesine kurulu zengin bir kenttir. Yunanistan'dan gelen Akhalar'ın saldırısına uğrar. Bu savaşta iki toplum karşı karşıya gelir: Yurtları Anadolu'da bulunan Troyalılarla Yunanistan'dan gelen Akhalar. Akhalar Topluluğu Yunanistan'ın çeşitli bölge krallarından oluşmuş bir ordudur. Her kral, kendi gemileri ve adamlarıyla yola çıkmıştır ve bu ordular, krallar kralı Agamemnon'un yönetimindedirler. Güçlüdürler.Akhalar, daha soylu, daha yürekli, daha akıllı ve daha örgütlüdürler. Ve savaşı kazanırlar. İlyada, Troyalıların yenilgisinin destanıdır. 24 bölümden ve 16.000'i aşkın dizeden oluşur. Troya Savaşının dokuzuncu yılında 51 günlük bir süreyi kapsar. O büyük savaşın kısa bir kesitidir bu destan.

Yunanca aslından, Azra Erhat'ın, A. Kadir'le birlikte yaptığı mükemmel çeviriden okuduk bu destanı. Heradot’un Platon’un yorumlarıyla tartıştık Homeros’u. Yüzyıllardır tartışılmış Homeros. Bilimsel incelemeler bir çıkmaza sokmuş Homeros olgusunu. Oysa Homeros destanları gerçek dünyayı anlatmakta. Bazı bilim adamları 40.000 cilt kitap okumak gerektiğini savunmuşlar Homeros’u anlayabilmek için. Oysa, yazanın kimliği, kimin kaleme aldığı değil, destandır, önemli olan. Kitabın önsözünde Azra Erhat’ın yazdığı gibi, “Homeros’u anlamak için 40.000 cilt kitap okumamalı, tersine yalnız İlyada ve Odysseia’yı okumalı, tadına vara vara.”

Egeli büyük şairden sonra, Ege tutkunu bir konuğumuz vardı: 18 Ekim’de Dünya Kitap Dergisi yayın yönetmeni editör Faruk Şüyun’la “Aşk Uyandıran Şehirler” başlıklı bir söyleşi yaptık. Faruk Şüyun bize aşkla bağlandığı kentleri, çoğu Ege kıyılarında olan kasabaları, köyleri, çiçekleri, balıkları anlattı.

Sırada bir de İstanbul tutkunu vardı. Ünlü Norveçli yazar Eugene Schoulgin, Türkiye’ye gidip geldikçe, sevmiş, alışmış, Salacak’ta ev tutmuş, yerleşmiş İstanbul’a. Norveç Türkiye arası bir yaşam başlamış artık onun için Mayıs’tan beri.

Schoulgin'in savaşa ve sonrasına ilişkin üçlemesinin ilk kitabı Anılarımda Mirella, ayın ikinci kitabıydı.

“Karanlığın en yoğunlaştığı noktada başlar aydınlık. İkinci Dünya Savaşı'nın bittiği günlerde, Norveç'te mavi elbiseli, kırmızı saçlı, küçük bir kız, bir nazi subayı tarafından öldürülür. Almanlar geri çekilirken, savaşın sona erişini oyun oynar gibi kutlayan çocuklardan biridir o. Arkadaşının öldürülüşüne tanık olan Fredrik bu olayı ömrü boyunca unutamaz. Savaştan sonra annesi, babası ve iki kardeşiyle birlikte halasının dans öğretmenliği yaptığı İtalya'ya, Floransa’ya göç ederek, savaşın evsiz bıraktığı ailelerin yaşadığı bir pansiyona yerleşirler. Fredrik, şatoya benzettiği Zingoni Pansiyonu'nun tavan arasında her odada neler olduğunu bilen, neler konuşulduğunu duyan, bir orga benzeyen gizli "beyni" keşfeder. İnsanların ve yapıların yıkıntıya döndüğü bir dünyada ergenliğe adım atan, yeni bir ülkeye ve yeni bir isme kavuşan, Fredrik'ten Federico'ya geçerken, en gizli sırlarını en büyük sevinçlerini, korkularını ve hayallerini paylaşacağı ergenlik aşkı Mirella'yla tanışan Federico'nun öyküsü.” Diye tanıtılıyor roman.

Uluslararası PEN Yazarlar Derneği Yönetim Kurulu ve PEN Cezaevinde Yazarlar Komitesi üyesi olan Eugene Schoulgin, bu yılki Ankara Öykü Günleri’nin Onur Konuğu’ydu. Uluslararası 2006 Tüyap Kitap Fuarının da konukları arasındaydı. 1 Kasım akşamı da Derneğimize konuk oldu.

Ülkemizin yapısını iyi tanıyan, gerçeklerini bilen, düşünce özgürlüğü mücadelesini Türkiye’de de sürdüren Schoulgin’le söyleşimiz çok samimi geçti.

1941 Oslo doğumlu olan Eguene Schoulgin, ressam Alexander Schultz’un oğlu. Babası Rus, annesi İskoç olan Schoulgin’in çocukluğu sırasıyla Norveç, İtalya ve Fransa’da geçmiş. Savaş sonrası İtalya’sına geldiklerinde 8 yaşındaymış. Yıkık dökük bir Floransa’da çok renkli insanlar tanımış ve ilerde, birebir olmasa da bu insanlar romanlarına girmiş. Ressam babasının çok etkisi olmuş üzerinde. Beraber sergilere, müzelere giderlermiş. Bir gün küçük Eugene hayranlıkla bir resme bakarken, ressam gelmiş ve tablosunun üst köşesindeki sarı noktayı parmağıyla kapatmış ve ne değiştiğini sormuş. “Resim öldü” demiş Eugene. Schoulgin işte bu sarı noktayı hiç unutmamış. Sanatın her dalında onu aramış. Olmazsa olmaz küçük bir nokta. Romanlarında da bu sarı noktayı biryerlere gizlemeye çalışmış, anlayanlar görsün diye.

Anılarımda Mirella otobiyografik sayılabilecek bir roman. Yazarın yaşamıyla çakışan çok şey var. Bunu kendisi de kabul ediyor. Her yazarın kendini yazdığını, ama oto sansürden de kaçamadığını söylüyor. Kendini ve tanıdığı, sevdiği insanları anlatıyor ama onları birer roman kahramanına dönüştürüyor başarıyla.

Eugene Schoulgin’le edebiyat, politika, savaşlar, çok yakından tanıdığı Türk yazarlar hakkında konuştuk. Ve haliyle söz döndü dolaştı, Orhan Pamuk’a, Nobel’e geldi. Schoulgin’e göre; Nobel ödülü abartılıyor. Birçok yazar için bu ödül bir son! Ödülü aldıktan sonra bir daha ortaya çıkmayanlar çok sayıda. Üyelerini yakından tanıdığı Nobel Jürisinin, ne yazık ki, sanıldığı gibi politik olmadığını söyleyen Schoulgin, Orhan Pamuk’un da zaten asla politik olmadığını ve “ağzından kaçan” politik beyanın tamamen bir şanssızlık olduğunu söyledi. İyi bir yazar olarak gördüğü Orhan Pamuk’un en beğendiği kitapları “Benim Adım Kırmızı” ve “Kara Kitap”, en beğenmediği ise “Kar”.

Söz Orhan Pamuk’a gelmişken; evet, bir ilk gerçekleşti. Nobel Edebiyat Ödülü Orhan Pamuk'un oldu. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi tarafından Stockholm’de yapılan açıklamada, Pamuk’un “memleketinin melankolik ruhunu arayışında, kültür çatışması ve kesişmesini anlatırken yeni semboller bulduğu” için bu ödüle layık görüldüğü vurgulandı.

Basında, edebiyat sohbetlerinde, dolmuşta, takside, her yerde herkes tarafından tartışıldı bu ödül. Orhan Pamuk zaten yıllardır tartışılmakta. Edebiyat Kulübümüzdeki tartışmaların yazıya dökülenlerini toparladık:


“Nobel Edebiyat Ödülünü ne kadar ciddiye alırsınız bilemiyorum. Ama bizim güzel ülkemizde de edebiyat yapılmaktadır. Hem de bazılarının bildiğinden, farkettiğinden daha fazla!”.

Hakkı Yazıcı

“Orhan Pamuk tartışmalara sebep olan o sözü Kar romanını yazdıktan sonra sarfetmişti. Kar, Kars'ta geçen bir roman ve Kars da Türk-Rus-Ermeni ilişkilerinde önemli yeri olan bir şehir. Orhan Pamuk romancılığı ile değil, siyasi yanı ile değerlendirilecekse bile, o bir cümlesiyle değil bu kitapta daha geniş ve ayrıntılı bir şekilde ifade ettiği görüşleri ve yaklaşımıyla değerlendirilmeli.

Ben Kar'ı okurken yaşayıp da hafızamdan silinen bir çok olayı hatırladım ve bir çok yerde Türkiye'yi Orhan Pamuk'la aynı gözle gördüğümü farkettim. Meselâ eski milli kalecimiz Varol'un futbolu bıraktıktan sonra çadır tiyatrolarında çıkıp İngiltere maçında sekiz golü nasıl yediğini anlatışını romanına almış. Çadır tiyatrolarıyla, dansözlerle Anadolu turnesine çıkıp yediği golleri anlatan Varol ilginç adamdı. Gençliğinde sadece Varol'u görmek için Altay maçlarına gitmiş, Çadır tiyatrosuna elli kuruş verip girmiş biri olarak bu marifetinden dolayı Varol'u vatansever olmamakla suçlayamayacağım gibi o gollere engel olsaydı da milli kahraman olarak görmezdim.

Bilmem anlatabildim mi?”


Erdal Yüzak



“Bir yazar statükocu olmamalıdır. Fikirlerini özgürce söylemelidir ve söyledi diye kovuşturulmamalıdır. Orhan Pamuk çok büyük bir yazardır. Nobel aldığı icin kutlamalıyız ve sevinmeliyiz.
İyi de neden içimde bir burukluk çöreklenmiş?
Bana göre, büyük bir yazarın en büyük sorumluluğu, bilmediği konularda, elinde sağlam verilerin olmadığı konularda, özellikle de dünya barışına, insanların mutluluğuna hizmet eden, yolunu aydınlatan bir yanı yoksa ve yangını daha da körükleyecekse, hele de altında kişisel çıkar hesabı varmış gibi görünüyorsa, hiç ahkam kesmemektir. O ettiği türde kelamları romanında en baş karakterine ettirseydi, bence sorun yoktu, ama o öyle yapmadı.”

Kemal Tarım



“Bu yaşıma kadar hayatımda ilk defa ülkemin başına böylesine güzel bir şey geldiği için çok mutluyum.”

Meltem Kılıççı


“Orhan Pamuk okumaktan cok keyif aldığım bir yazardır. Hiçbir kitabını yarısında bırakmadım, tam tersine Kara Kitap'ı beğenip ikinci kez okuyanlardan biriyim. Çok şey söylendi Orhan Pamuk için ama söylenenler değil, yazılanlar geçerli. Ve bizlere önemli bir adım attırdığına inanıyorum, bir ilki, bir heyecanı yaşattı. Ödül verilmeden önceki hafta Stockholm'de Nobel Müzesini gezerken, ödüllerin verildiği otelin önündeyken, aklımdan geçti ama ne yalan söyleyeyim kovdum bu güzel hayali, beklentimi yok ederek.
Sağolasın Orhan Pamuk, bunu bize yasattığın için!”

Cem Sarvan



Orhan Pamuk'un aldığı ödül Türkiye Cumhuriyeti varolalı beri kazandığımız en prestijli taltiftir. Aklımız erdiğinden beri hasretini çektiğimiz, susadığımız bir başarıdır. Bence, Türkiye'nin dünya futbol şampiyonu olmasından çok daha önemli bir olaydır. Pamuk'un başarısının eşiti ancak tıp, teknoloji, fizik vb, bilimsel alanlarda dünya bilim ve kültürüne katacağımız özgün ürün ve insanlar olacaktır.

Ayrıca, tüm kitaplarını okuduğum Orhan Pamuk büyük bir yazar, önemli bir demokrasi neferidir. Attığı adımlara, söylediği sözlere, medyatik boyutu haddinden fazla ağır basan bir dünyada 'pazarlamacı' ve 'ticari' yanına ilişkin eleştirilere büyük oranda katılmıyorum. Fakat kendisine bu konuda yöneltilen eleştirilerin özünde haklılık taşıdığının bilincindeyim. Fakat olası tüm bu olumsuzluklar bu insanın değerini, kendince verdiği demokrasi ve insan hakları mücadelesini, hele hele eserini hiç küçültmez. Bir başka çok büyük Türk yazarı Tahsin Yücel'in Pamuk hakkındaki tespit ve eleştirileri doğru olabilir, belki doğrudur. Ama sanat ve edebiyatta da norm ve sınırların dışına taşamazsak nerede dünyamızı, hayalgücümüzü, yasaların, toplumsal hayatımızın limitlerini zorlayacağız. İlerlemenin başka yolu olabilir mi ?

Orhan Pamuk ile yaklaşık bir yıl önce "Kar" romanı Fransa'da çıktığında görevim icabı uzunca bir söyleşi yapmıştım. Kendine has bir kara mizahla, söylediklerini çarpıttıkları için çoğu zaman Türkler'den kaçtığını itiraf etmişti. "Fakat o İsviçreli de beni tongaya düşürdü", deyip ayaküstü ve mikrofon dışı, skandallara dönüşen olayı anlatmıştı.

Bugün bence ne dünya edebiyatında, ne Türk edebiyatında EN BÜYÜK diyeceğim bir isim yoktur. Orhan Pamuk en büyüklerden biridir. Dileğim Orhan Pamuk'un başarısının dünya ölçeğinde diğerlerini de ateşlemesidir. Türk edebiyatı gerçekten zengindir. Bu zenginliğin gelişeceğini gösteren çok sayıda yeni yazar vardır. ODTÜ Edebiyat bu fevkalade verimli tarlanın, olağanüstü güzel bir parçasıdır. Bugün, Orhan Pamuk ve sizlerin dilini, kültürünü paylaştığım için hayatımda duyduğum en güzel gururlardan birini duyuyorum. Pamuk'un başarısı vesilesiyle hepinizi kutluyorum.


Uğur Hüküm


“Ben Orhan Pamuk'u severim. En çok olmasa da çok sevdiğim, beğendiğim yazarlardandır. Ama hem Nobel'i verenlerde, hem de yazarın bizzat kendisinde, bir içten pazarlık sezmemek mümkün değil. Keşke Nobel'i geçen yıl alsaydı. Bu burukluk olmazdı içimde.”
Özcan Senmevsim



“Orhan Pamuk'u candan yürekten kutluyorum. Yazarımız bu ödülü bileğinin hakkıyla söke söke almıştır. Son yirmi yılda bu ödülü alan yazarlara şöyle bir bakıldığında Orhan Pamuk’un çoğundan daha iyi edebiyatçı olduğu su götürmez. 1984 yılında okuduğum "Cevdet Bey ve Oğulları" romanının tadı hala yerli yerinde duruyor. Bugün hemen "Kara Kitap" romanını okumaya başlıyorum. Eminim içinizden bir çok kişi de hala okumadıysa "Benim adım Kırmızıyı" alıp okuyacakdır. Milyonlarca dünya insanı da bunu yapacak. Bu hakikaten Türkçenin ve Türkiye'nin gücüdür. Artık bu gücü daha verimli kullanmak zamanıdır.
Orhan Pamuk samimidir. Samimi olduğu için de korkmayacaktır, direnecektir bu üzerimize üzerimize gelen koyu karanlık milliyetçi karabasana. O ne yazık ki artık bir sürgündür. Ülkesinde kendisini güvende hissedemeyen bir toplu histeri kurbanıdır. Sadece bu tarafıyla bile sonuna kadar Orhan Pamuk’un yanındayım. Ne mutlu ki böylesine yetenekli ve cesur edebiyatçılara sahibiz. Evet, bu ödül edebiyatın zaferidir ve ölümsüz olacaktır.”

Adnan Türkoğlu




“Dün sabah Fransız Parlementosu’nda üç saat süren oylamayı Meclisteki basın bölümünden doğrudan izledik. Hissettiklerimize sizlerin de katıldıgını bildiğimizden, hayal kırıklığı, öfke, kırgınlık ve üzüntümüzü uzun uzun anlatmayacağım. Paris saatiyle Meclisten 11.30'da çıktığımızda Fransız politikacıların Fransa'da yaşayan
500.000'e yakın Türk kökenli vatandaşını yasa tartışmaları sırasında tümüyle unutmaları da cabası... salonda 250 kadar Ermeni kökenli Fransız vatandaş davet edilmiş, Türkiye'den bizler dahil birkaç gazeteci ve 5 kişilik bir CHP ekibi dışında Türk yoktu. İktidar partisinden ise bir tek temsilci yoktu.

Omuzlarımız düsük dolaştık dakikalarca... taa ki 1 saat sonra Orhan Pamuk'un Nobel ödülü haberini alıncaya kadar... ve Paris'teki bu kara gün birden aydınlandı.”


Defne Gürsoy

This page is powered by Blogger. Isn't yours?