Salı, Kasım 01, 2005

 

EKİM 2005

EDEBİYAT KULÜBÜNDE GEÇEN AY – EKİM-

Vildan Ertürk (Arch 79)


Amin Maalouf’dan “Tanios Kayası”nı daha önce okumuş ve beğenmiştik. Bu kez de “Doğu’nun Limanları” adlı romanını okuduk. “Doğu’nun Limanları”, Fransızların bazı
Akdeniz limanlarına takdığı bir ad. Doğunun limanlarından gelen iki kişi, Paris’te karşılaşır. Biri anlatıcısıdır romanın, diğeri, direnişçi adlarının verildiği otuzdokuz sokağı arayan İsyan. Yıllar öncesinin bir kahramanlık fotoğrafındaki delikanlıya benzer İsyan, bu yüzden ilgisini çeker anlatıcının. Bu yüzden takılır yazar bu yarı deli ihtiyarın peşine ve ondan hayatını anlatmasını ister.

İsyan hazırdır anlatmaya, yalnızca, sözünün kesilmemesini ister. Dört gün süre tanır bu söyleşilere. Dört gün sonra çok önemli bir randevusu vardır, çünkü!

Osmanlı Sarayından Lübnan’a, tıp eğitiminden direnişçiliğe, sessiz sakin bir çocukluktan kahramanlığa ve sonunda tımarhaneye varan bir yaşam öyküsüdür, bu dört güne sığan. İsyan anlatır, yazar dinler. O fotoğraftaki kahraman delikanlı, İsyan’dır.

Bu yaşam öyküsünde aşk da vardır: İsyan’ın ömrünce hasret kaldığı karısına ve bir kez görebildiği kızına...

Diğer eserlerinde de olduğu gibi, tarihsel dokuyu fon olarak kullandığı romanında Amin Maalouf, aslında bir aşk öyküsünü, gerçek olduğundan kuşku duydurtmayan bir kurgu içinde, masalsı bir dille anlatmakta. Bu güçlü anlatım özelliğiyle, sadeliğiyle, roman, okuyucuyu hemen içine alıyor ve bırakmıyor. Tam, “Bir Solukta Okunan” dediğimiz türden bir kitap, “Doğu’nun Limanları”.

Amin Maalouf, "Hayat bıkılacak kadar uzun değil.", diyor kitabında. Oysa kısacık yaşamlarından bile bıkan küçük kızlar var dünyada. Nabokov böyle bir kızın, bir superisinin, nadide bir kelebeğin öyküsünü anlatıyor Lolita’da.

1899'da St. Petersburg'da doğup, 1977 de Montreaux ‘de ölen Vladimir Nabokov, varlıklı ailesiyle birlikte ülkesinden ayrılıp, önce Londra’da, sonra Berlin’de yaşamıştır. Cambridge Üniversitesi'nde Fransız ve Rus edebiyatı öğrenimi gören, 1923-1940 yılları arasında anadilinde kitaplar yazan ve kuşağının seçkin Rus göçmen yazarlarından biri olarak ün kazanan yazar, 1940 yılında karısı ve oğluyla A.B.D.’ye göçetmiş, 1955’te yayımlanan Lolita’yla dünya çapında elde ettiği başarısından sonra, Rus edebiyatı profesörlüğünden emekli olup İsviçreye yerleşmiştir. Eserlerini İngilizce olarak yazdıktan sonra asıl ününe kavuşan Nabokov, bu dili büyük ustalıkla, Rus dili tadında kullanmış ama kendi dilinde yazdıklarının hakettikleri başarıyı yakalayamamış olmasına da her zaman üzülmüştür. Yazarlığının yanısıra ünlü bir kelebekbilimci olan Vladimir Nabokov, göçlerden, savaşlardan kurtarabildiği, kendi keşfettiği ünlü “Mavi Kelebekler” in de içinde bulunduğu koleksiyonunu, A.B.D.deki ilgili kurumlara bağışlamıştır.






Kelebek tutkusunun eserlerini de etkilediği idda edilen Nabokov’un ünlü kahramanı Lolita, ender bulunan bir kelebektir romanın anlatıcısı “Humbert Humbert” için. Orta yaşlı bir göçmen profesör olan Humbert’la, çocuk yaştaki Lolita’nın tutkulu aşklarının öyküsü, yasaklı konusundan dolayı yayımlandığı her ülkede büyük yankılar uyandırmıştır. İki kez filme alınan roman, herkes tarafından okunmamış da olsa, yarattığı “Lolita” kavramı bütün dünyaca bilinmekte ve kullanılmaktadır.

Romanın başarısı, bu kadar itici, rahatsız edici, tartışmaya açık bir konuyu, bu kadar şiirsel, bu kadar gerçek anlatmasıdır. Birçok çevrelerce pornografik bulunan kitapta, bir tek pornografik sözcük yoktur ve Nabokov’a göre, Lolita, anneler, babalar ve eğitimcilere, daha güvenli bir dünyaya, daha sağlıklı bireyler yetiştirebilmelerini sağlayacak, onlara ışık tutacak bir rehber olmalıdır.

Geçen ay, bu iki romanı okumakla kalmadık, Bilge Karasu öyküleri okuduk, kendi yazdığımız öyküleri tartıştık. Bilge Karasu’nun öykülerinin çoğunu okumaya çalışarak, 9 Kasım’da Füsun Akatlı’yla yapacağımız sohbete hazırlanıyoruz.

----------------------------------------

 

KİTAP FUARI

KİTAP FUARI

Vildan Ertürk ( Arch 79)

8- 16 Ekim 2005 tarihleri arasında düzenlenen 24. İstanbul Kitap Fuarı, 317 bin kişinin ziyaretiyle sona erdi. Yaklaşık 450 yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla 21 bin metrekarelik bir alanda gerçekleştirilen fuarda, 28’i Çocuk Kulübü etkinlikleri olmak üzere toplam 226 etkinlik gerçekleştirildi ve yüzlerce yazar imza günlerinde okuyucularıyla buluştu.

Şehre olan uzaklığından şikayet ede ede de olsa, yaklaşık 320 bin ziyaretçi bir kitap fuarı için iyi bir sayıdır eminim. Bu kadar izleyici var da, bunlar gerçekten okuyucu mu, fuara yeni yayımlanan kitapları görmeye, satın almaya mı gidiyorlar, ondan emin değilim.

Fuarın konuk yazarları- Ali Yıldırımoğlu (Azerbaycan), Äsa Lind (İsveç), Cengiz Abdullayev (Azerbaycan), Dimitra Petrula (Yunanistan), Grigori Tomski (Fransa), Jean Christophe Rufin (Fransa), Jorge Parrondo (İspanya), Kenizé Murad (Fransa), Kostas Mavrudhis (Yunanistan), Mikael Niemi (İsveç), Moris Farhi (İngiltere), Thomas Meyer (Almanya), Plantu (Fransa)
Valeri Tong Cuong (Fransa), Wilbur Smith ( Zambiya), Yiannis Xanthoulis (Yunanistan)- içinde en ilgi çeken, macara romanlarını çok satanlar listelerinde görmeye alışık olduğumuz Wilbur Smith’ti. Önünde kuyruklar oluşan yerli yazarlardan çoğu da, ününü başka alanda yapmış, sonra da kitap yazmış popülerlerdi, ne yazık ki!

Panellerin çoğu 20-30 izleyiciden fazlasını toplayamazken, kokteylle biten ödül törenleri, popülerlerin katıldığı toplantılar, hınca hınç doluydu.

Fuarın onur konuğu Vüs’at O. Bener’di. Kitaplarından alıntı cümleleriyle donatılmış köşeyle, adına basılmış kitapla, söyleşilerle, törenlerle anıldı Vüs’at Bener. Kapak olduğu, o haftaya özel çıkan gazete kitap eklerinden birinin manşeti şöyleydi: “Dört ay daha yaşasaydı!” Vüsat Bener, 80’i aşkın yıldır yaşıyor, 60’a yakın yıldır yazıyor ve en az 10 yıldır da, bu hayattan bıkmış, ölmeyi bekliyordu.

Vüs’at Orhan Bener, anılarıyla, kitaplarıyla, sevenleriyle, 24. İstanbul Kitap Fuarı’nın “Onur Konuğu”ydu. Fuara gelen 320 bin ziyaretçinin kaçı tanıyordu Vüs’at Bener’i? Kaçı kitaplarını okumuştu...?

Attila İlhan da konuktu fuarda. Başındaki şapkası, ölüm solgunluğu çökmüş yüzündeki gülümsemesiyle, kuyruk olmuş onlarca hayranının kitaplarını imzalamaktaydı son gününde. Tanınıyordu, seviliyordu...

25. İstanbul Kitap Fuarı’nın “Onur Konuğu” Attila İlhan mı olur, bilemem. Önümüzde koca bir yıl var, kim gider, kim kalır, belli mi olur?

This page is powered by Blogger. Isn't yours?