Pazartesi, Ocak 01, 2007

 

OCAK 2007

Ray Douglas Bradbury


Fahnrenheit 451


1966 yılında François Truffaut tarafından filmi çekilen, 1988 yılında operası sergilenen Fahnrenheit 451, Ray Bradbury'nin geleceğe dair hiçbir olumlu olgusu olmayan bir bilim kurgu roman. George Orwel'in “1984”ü, Aldous Huxley'in “Brave New World”yle birlikte anılan bu kitap bilim kurgu edebiyatının önemli örneklerinden biri sayılmakta.

Ray Douglas Bradbury, 1920’de Waukegan, Illinois’de doğmuş.
1934 ailesiyle birlikte Los Angeles’a taşınmış ve hala orada yaşamakta.

Bradbury gençliğinde sihire merak salmış ve ilerde sihirbaz olmaya karar vermiş. Yaratıcılığını farkeden ailesinin desteğiyle yazmaya yönelmiş ve böylece sihirbazlığını da yapmış olmuş. 17 yaşında Los Angeles Bilim Kurgu Derneği’ne üye olan Bradbury ilk yazısını da bu derneğin dergisinde yayımlamış.

Birçok romanı, kısa hikayelerine ek olarak, iki müzikal ve Moby Dick’in senaryosunu yazan Bradbury, birkaç romanının da sahneye konmasının yapımcılığını üstlenmiş. Televizyon programı birçok ödül kazanmış. Beş romanı filme çekilmiş.

Birçok edebi ödül kazanan Ray Bradbury genellikle bilim kurgu yazarı olarak kabul ediliyor olsa da, tiyatro ve sosyolojik realizm alanında da işler yaptığı için o kendisini bu kalıpla sınırlamamakta. O tam bir teknofobik. Asla araba kullanmamış, internete, bilgisayarlara, ATM makinalarına güvenmiyor.

İtfaiyeci Guy Montag’ın hikayesi ilk önce kısa öykü olarak bir dergide yayımlanmış. İki yıl sonra hikaye genişlemiş ve 1953’de Fahrenheit 451 olarak piyasaya çıkmış. Fahrenheit 451 bilim kurgudan çok, sansür tehlikesine dikkat çeken, uyaran bir sosyal eleştiri kitabı. Yazıldığı gün kadar güncelliğini koruyan bir romanı.

Gelecekte bir zamanda, itfayecilerin fonksiyonlarında ufak bir değişiklik olur. Artık itfayeciler yangın söndürmez, kitapları yoketmek için yangın başlatırlar. Burada İngilizce’de itfaiyeci sözcüğünün karşılığı olan “fireman” den kaynaklanan bir ironi de bu görev değişikliği olgusuna imkan veriyor. Geçmişte neyin nasıl olduğunu, itfayecilerin esas görevlerinin ne olduğunu bilen yoktur. Romanın kahramanı Guy Montag da bu itfayecilerden biridir.

Bu zamanda kitaplara sahip olmak ve onları okumak kanuna aykırıdır. Toplum bireyleri eğlenceye, çabuk elde edilen zevklere ve hızlı yaşamaya odaklanmışlardır. Kitaplar bulundukları yerde yakılırlar ve sahipleri tutuklanır. Eğlence ve teknolojinin dışındaki şeylere ilgi duyanlar da yabancı olarak ve potansiyel tehlike olarak algılanmaktadır. Burada hepimizin halen yaşadığı sansüre gönderme yapılmaktadır.

Montag 17 yaşındaki bir kızla tanışıncaya dek işiyle ilgili kuşku ve endişe taşımamıştır. Clarisse ona amcasından öğrendiklerini, eskiden dünyanın nasıl bir yer olduğunu anlatır ve unutulmuş güzelliklerden, doğadan, kitaplardan bahseder. Kızın ailesi o zamanda artık rastlanmayan, garipsenen insanlardan oluşmaktadır. Işıkların sonuna kadar açıldığı evlerinde yüksek sesle kahkahalar atarak sohbet eden bir aile! Montag'ın evi ise karanlık ve zevksizdir. Karısının tüm yaşamı televizyon odasında geçmektedir. Clarisse'in anlattıkları Montag'ı etkiler ve yaşantısı üzerine düşünmeye başlar. Montag'ın itfaiye şefi Beatty kitapların gereksiz bilgilerle dolu olduğunu ve hiçbir işe yaramadıklarını bu yüzden de yakılmaları gerektiğini söyler ama bu sözler artık Montag'ı tatmin etmemektedir. Clarisse'in esrarengiz bir şekilde kaybolmasının ardından Montag hayatında bazı değişiklikler yapmaya karar verir ve evinde kitap saklamaya başlar. Kitapları okudukça onların gerekliliğine inancı artar, karısını da ikna etmeye çalışır fakat başarılı olamaz. Karısı Montag'ı ele verir. Montag kaçarak kurtulmayı başarır ve yasadışı bir grupla karşılaşır. Bu gruptakiler kitapların gerekliliğine inanan insanlardır ve herbirinin ezbere bidiği bir kitap vardır. İnsanlık uyanacağı ve onlara ihtiyaç duyacağı zamana kadar beklemeye kararlıdırlar.

Roman boyunca okuyucu bilgi ve bilgisizlik arasındaki çelişkiyle karşı karşıya bırakılmaktadır. İtfaiyecinin görevi kitapları yakmak, yani bilgiyi yok etmektir. Ayrıca yaşamla ölüm arasındaki paradoks vurgulanmaktadır. Romanda birçok insan ölür ama Montag hayatta kalmayı başarır. Bütün şehir ve tanıdığı tüm insanlar ortadan kalkmıştır. Montag’ın bilgiye olan ilgisi ve daha iyi bir topluma olan inancı onu kurtarmıştır. Böylece, Bradbury yaşamın bilgi ve farkındalığa dayandığını savunur. Kendini beğenmiş, bilgisiz aylaklar haline gelmişsek, ölsek de farketmez ona göre.

Bradbury anlatımında kan, elek ve kum, anka kuşu gibi birçok sembol kullanmakta, bunlarla metaforlar yaratmaktadır. Bu sembollerden biri de aynadır. Granger romanın sonuna doğru bir ayna fabrikası kurmalarını ve aynalarda kendilerine uzun uzun bakmalarını önerir. Bu Montag’a Clarisse’nin kendisine nasıl ayna olduğunu hatırlatır. Aynalar burada kendini anlamanın, kendini açıkça görmenin sembolüdürler.

Bradbury’nin bu romanı 1953’de yayımlanmış. O günden bu güne 53 yıllık süre içinde birçok kitap yakmış, birçok düşünceye yasak koymuş, birçok genci duyarsızlaştırmış bir ülke olarak biz de bayağı aynasızız galiba.

VİLDAN ERTÜRK

This page is powered by Blogger. Isn't yours?