Perşembe, Temmuz 20, 2006

 

MAYIS 2006

Edebiyat Kulübünde Geçen Ay

Vildan Ertürk ( arch 79 )

Bu ayki buluşmalarımızda öykülere daha fazla zaman ayırdık. Bir de film seyrettik, biraz da tembellik ederek: Günter Grass’ın iki ciltlik “Teneke Trampet”ini okumaktansa, filmini izlemek daha kolaydı doğal olarak.
Bu ayki romanımız Beat akımının öncülerinden Jack Kerouac’ın “Zen Kaçıkları” adlı kitabıydı. Bu kuşağın hayranı olan, ayrıca hiç durmadan öyküler, şiirler yazan arkadaşımız Adnan Türkoğlu, kendi tarzıyla anlatıyor “Zen Kaçıkları” nı:

DHARMA’NIN ZIRT DEDİĞİ YER

Şimdi ben size Beat Kuşağı yazarlarından Jack Kerouac ve kendisinin Türkiye’de bulunabilen romanı “Zen Kaçıkları”ndan bahsedeceğim. Müsaadenizle bismillah:
"Beatnik isen vur saza, nihilist isen bas gaza"
45 yaşlarında, evli bir arkadaşım kendinden emin bir edayla demişti ki: “Son mermiyi hep eve saklarım...”
“Zen Kaçıkları”ndaki “dharma felsefesi” bağlamında “prana ve akaşa” nedir diye soracak olursanız,
“ilk mermiyi hep cebinde saklamaktır” derim.
Beat Kuşağı yazarları arasında alt sınıftan gelen iki yazar vardır: Adamımız Jack Kerouac ve onun “Yollarda (On the Road)” romanının baş kahramanı Neal Cassady. Kerouac bu avantajını iyi kullanmıştır romanlarında. Oturdu mu daktilonun başına, ortalama üç haftada yazmıştır tüm romanlarını. “Spantone düzyazı” tekniğini kullanmıştır. Bu tekniğin Joyce’un “bilinç akışı” tekniği ile farkı, pratiğin içinden hiç zorlanmadan çıkagelmesidir. Joyce’un bir yabyum ayinini anlattığını düşünemiyorum mesela. Ortak taraflarından biri de, çevirilerinin zorluğudur dersek yalan olmaz. Joyce’un “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresini” Murat Belge çok iyi çevirmiş. Gelgelelim Türkiye’de basılan Kerouac çevirilerinin çoğu başarısız. Zannımca Kerouac çevirileri “harbi keriz marşandiz” olmalıdır. Argoyu bilmeyen Kerouac’ı çevirmeye kalkmamalıdır.
“Zen Kaçıkları”nda Jack Kerouac’ın Gary Synder ile beraber dağa çıktığı ve Gary Synder’in zirve yaptığı bölümü okurken, Nevzat Erkmen’in (kötünün iyisi) çevirisiyle de olsa haikularla karşılaşıyoruz. Haikular bu kadar ruhsuz olmamalı değil mi? Buyrun bir de ben çevirdim İngilizcesinden naçizane:
“Derenin üzerinde tahta bir köprü vardı
Atım suları seçti karşıya geçmek için…”

Bizim geleneksel şiirimiz haiku kalıbına ve ruhuna pek de uygun değildir. O sebeple yapılacak muhtemel haiku çevirileri kadük kalmaya mahkumdur. Haiku aslında öyle pek de başka bir dile çevrilmesi tasvip edilebilecek bir şiir tarzı da değildir. Ateşte kazı çevirmek gibidir. Yukarıdaki örneği ben her zamanki gibi biraz fazla çevirdim de yanmadı gibi. Aslında haiku oturup yazılır. Mümkünse hareket halindeyken yazılır. Bizim yaratacağımız haiku da olsa olsa “haikuname” olur. Çünkü biz manzumeleri süslemeden duramayız…

“Zen Kaçıkları (Dharma Bums)” romanının belirli bir konusu yok. Aslına bakarsanız bu romanın ismi bile yanlış çevrilmiştir. Ne o öyle “Tatlı Kaçıklar” gibi. İngilizcede “bum”un bir manası, serseri demekse bir manası da “(d)öt” demektir. Benim bulduğum alternatif roman ismi için bu yazının başlığına bakınız. Romanda mevzular yine yollarda geçiyor. Yük katarlarıyla ve otostopla katedilen şehirlerarası yolculuklar, dağ zirveleri. ikibin metrenin üzerindeki gözlemevinde geçirilen bir kış. Komünal yaşam, şiir geceleri, yabyum ayinleri vs. Neden sonra Neal Cassady’nin güzel karısının intihar etmesi başta William Burrough ve Alan Ginsberg olmak üzere Beat Kuşağı yazarlarını çok etkiliyor. Gary Synder Japonya’nın yolunu tutarken, Jack Kerouac bir grup “beat” arkadaşıyla beraber Fas’ın Tanca şehrini geziyor ömrünün son demlerinde. Zaten kırkyedisinde mortu çekiyor. Bir bakıma Jack Kerauac ve arkadaşları da “Dharma’nın (gerçeğin)” peşinden yürümüşler ve sırrın tamamına erişmek için çaba göstermişler. Yolları da Tanca’dan geçmiş. Yani “Mecmau’l – Bahreyn”den...

“Beat Kuşağını niye seviyorum?” Ellili yıllara damgalarını vurdukları için. Varolan muhalefet yöntemlerine alternatif çok renkli yeni tavırlar geliştirdikleri için. 68 öğrenci hareketine feyz oldukları için. Budist felsefe ile içli dışlı oldukları için. Peki budizm nedir aga? Neal Cassady’nin Türkçede basılan bir kitabının ismidir: “Üçün Biri”. Hareketin Allahıdır. Ruhlara yansıyan zafer edasıdır. Her parıldayan su gördüğümüzde şaha kalkan ibibiğimizdir. Zira altı her zaman altı değildir. Altındır kimi zaman; gümüşü düşmeyen bir sırdır. Altıyüz atlıdır dörtnala koşan; güneşi ararken Babailerin izinde. Torlak Kemal'in yaptığı altı bin kilometredir tozlu Doğu yollarında. Altı milyar yıldızdır parıldayan geceler boyu gökyüzünde. Anın ve mekanın her ağışında değişen manadır. Yakaladığımızı sanırken avucumuzdan uçup giden kuştur altı kat ummanına alemin...

Budizme akraba bir yaşam felsefesi bizde zaten var: Şamanizm. İran’da Zerdüşt felsefesi. Irak’da Yezidilik. Beat Kuşağı yazarlarının izlemeye çalıştığı Budizm geleneksel filan değil: Epeyce şekilci. “Mecmau’l – Bahreyn (Tanger)”, bizim için iki denizin birleştiği yer; Mehdi’nin yaralara melhem olduğu şehir. Başta Burrough olmak üzere adamlarımız için ise “genç ve esmer oğlan menbaı”. Güneş bizde kutsal; adamlarımızda ise aynada yansıyıp gözlerini alan bıçağın üzerindeki parıltı. O sebepledir ki Kerouac’ın ömrünün son yılları annesinin evinde, aslına rücu etmiş halde geçer. Yahudi soykırımına pas geçer. Siyah hak ve özgürlük hareketine karşı demeçler verir. Genç denebilecek bir yaşta alkol komasından çıkamaz. Satorilerin o en muazzamına ulaşır. Bir sene sonra da Neal Cassady kendi ölümüne yürür saatlerce: Tren yolunun tersine doğru, soğuk ve yağmurlu bir sonbahar akşamı. Sabaha doğru cesedini bulurlar demiryolunun kenarında...

Netice-i kelam, açgözlü okuyucu kitlenin eline ulaşmayan bir tür edebiyat var. Bu edebiyatın yaratıcı öznesi, yani yazarı bu haso üretim işini kendine ait bir gereklilik için yapıyor. Düzenin sindirmeye, susturmaya çalıştığı yetkin benlik bilinci ile ifade ediyor içinde kalanı. Aslında her satır okuyucunun kafasının içinde patlamalıdır. Derin ve ağır bir vehametle; beynimizin etrafında dolaşan çevrintiyle, teatral bir dellenmeyle, yeni, ebedi ve ezeli olanla, çatırdatan bir mavrayla fakat daima şevkle ve karşı konulmaz bir istekle...

Bir tarafta uçuşup kaçışırken sallanan sendeleyen bir dünya, öbür tarafta yeni bir insaniyet durumu: sıkıntılı, bekleyen, haykırışını biriktiren. Bir tarafta sakata gelmiş bir dünya, öbür tarafta aşama yapmak için öylecene vakvaklayan geberik bir sanat, edebiyat...

Size söylüyorum size: Etrafta herhangi bir başlangıç noktası yok ve hiçbirşey ürpertmiyor hatta duygulandırmıyor artık bizi. Bizler deli esen rüzgarız semada, beyhude gönderilmiş duaların değdiği kirlenmiş bulutların çarşafını yırtan, bozulmanın ve ayrışmanın girdabında felaket ve yangınları körükleyen...

O kudreti kendinden menkul tiz haykırış, bir kıt’adan diğerine ulaşarak yeryüzünü dolaşacak, bu boğucu matem havasını dağıtacak. Kameriyelerin gölgesindeki derin haz ve kaybetmiş olmanın hicran yükleyici, kahredici ağırlığı; döken zehrini neredeyse morili karanlıklara...Yaz soyutlamalarını menü tahtasına, şiirlerinde reklam ve pazarlamaya yer aç. Bak aradığın şey orada, boğazı aşıp geliyor işte orada...

Comments: Yorum Gönder



<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?