Perşembe, Temmuz 20, 2006

 

HAZİRAN 2006

Edebiyat kulübünde geçen ay—Haziran—

Bu ay okuduğumuz iki roman acıların ülkelerini anlatmakta. Biri uzaklardan, Meksika’dan bir devrim hikayesi, biri Türkiye’den bir darbe ve sonrası hikayesi. Carlos Fuentes’in “KOCA GRİNGO”su ve Murat Uyurkulak’ın “TOL”ü.

Carlos Fuentes, bugün Meksika edebiyatının en önemli yazarlarından biri olarak kabul ediliyor. Bir yandan kişilerin dramlarını anlatırken, bir yandan da Meksika'nın, Güney Amerika'nın kanlı tarihine ışık tutuyor. Bu kanlı tarihi ele aldığı romanlarından biri de, “KOCA GRİNGO”.
“Carlos Fuentes, bu kısa romanında, gerçek bir olaydan yola çıkarak Meksika'nın Pancho Villa ve devrim yıllarına ilişkin lirik ve felsefi bir masal yaratıyor. 1913 yılında Meksika'nın toza dumana bulanmış ortamında ortadan kaybolan Amerikalı gazeteci ve yazar Ambrosa Bierce'in öyküsü üzerine kurulu romanda, Meksika'da Pancho Villa'nın generallerinden biri olan genç devrimci Tomas Arroyo'nun birliğine katılan Bierce ile bu genç devrimcinin âşık olduğu genç bir Amerikalı kadın arasında ilginç bir bağ kurulur. Bu üçlü ilişkide General Arroyo ile genç kadını birleştiren şey, her ikisinin de gerçek babaları tarafından ihanete uğramış olmalarıdır. Kadınla erkek, düşle gerçek, Meksika'yla Amerika Birleşik Devletleri arasındaki sınırları inceleyen Fuentes, bu kitabında da hem Amerika'nın hem de Meksika Devrimi'nin politikası konusunda kuşkularını sürdürüyor. “KOCA GRİNGO”, ünlü yazardan, büyülü gerçekçilik üslubunda, usta işi, incelikli bir roman.”, diye tanıtılıyor kitap.

Bu üç insan bir araya geldiklerinde Tomas ve Harriet birbirlerinde babaları tarafında terk edilmenin, ihanetin acısını bulurken ve yaşlı Gringo bir baba figürü olarak her ikisini de sarmalarken, Koca Gringo da onlarda kaybettiği kızı ve oğullarını yaşatacaktır. Koca Gringo, bir zamanlar Amerika'da tüm haksızlıklara saldıran, kalemiyle hırsızları, rüşvetçileri deşifre eden, ülke zenginliklerini yağmalayanlara karşı çıkan ve bunu bir medya devinin gazetesinde yapan biri olarak kendi ikiyüzlülüğüne, ailesine verdiği acılara dayanamayarak Meksika'ya gelmiştir. Villa tarafından kurşuna dizilmek, yakışıklı bir ceset olmak istemektedir. Bir bakıma Tomas da aynı şeyin peşindedir. Ona bir piç olduğunu, isimsiz ve topraksız bir köylü olduğunu unutturan devrimin peşinde şan ve şeref aramaktadır, genç yaşta ölümü aramaktadır, ama aynı zamanda burada bir öç de söz konusudur. Harriet'in payına ise, babasının anısının peşinde geldiği Meksika'da asla sahip olamayacağı bir aşk ve tekrar kaybedeceği bir baba düşecektir. Onlardan artakalan zamanı saklamak ve yaşatmak... Bu üç insan arasındaki, karmaşık içsel çatışmalarla yayılan ilişkinin arka planında Meksika gerçeği yürür, halkın çektiği acılar, kadınların ve erkeklerin yaşadığı sefalet, yaşama dair şeyleri yani tutkuları, istekleri, acıları bir gizlilik ve korku içinde yaşamanın utancı yürür. Büyük toprak sahipleri ve yerli halk arasındaki ilişki, Meksika ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişki açığa çıkar.

Tüm bunlar hem felsefi hem de düşsel diyebileceğimiz bir ortam yaratırken, aynı zamanda kesinlikle gerçek olduklarına dair güçlü bir izlenim de bırakıyorlar. Fuentes bu açıdan gerçek bir masal yaratmayı başarıyor.

Koca Gringo Luis Punzo tarafından 1989'da beyaz perdeye adapte edilmiş, Jane Fonda ve Gregory Peck oynamışlar.

Bu ünlü eserden sonra “TOL”ü okuduk ve 25 Mayıs Çarşamba akşamı, derneğimizin bahçesinde, genç yaşında çok başarılı iki roman -TOL ve HAR- yazmış olan Murat Uyurkulak’ı konuk ettik.

Murat Uyurkulak, 1972 Aydın doğumlu, gençlik ve çocukluk yıllarını İzmir’de geçirmiş. 17 yaşında Hukuk Fakültesine girmiş. Daha sonra bu sistem içindeki hukuk ve adalet kavramlarıyla bağdaşamadığı için okulu bırakıp, Sanat Tarihi okumuş ama bu bölümü de yarıda bırakmış. Bu süreçte evinden ayrılan, garsonluk , karanlık odacılık, çevirmenlik, gazetecilik gibi birçok farklı işte çalışan Uyurkulak, daha sonra gazeteciliği kendine meslek olarak seçmiş. Bir süre de Diyarbakır’da yaşamış. Radikal ve Birgün gazetelerinde dış haber servislerinde çalışan Uyurkulak, Milliyet Sanat dergisinde düzenli olarak yazıyor.

Sosyalist bir ailenin içinde büyümüş olan Murat’ın babası TKP’li bir edebiyat öğretmeni. 12 Eylül darbesi ve sonrasına bir çocuk olarak tanıklık eden Murat Uyurkulak, ailesinin ve çevrelerindeki diğer ailelerin nasıl parçalandığını, nasıl değiştiğini büyük bir duyarlılıkla izlemiş. Deliren insanlar tanımış. Ve o yıkımı, o işkenceleri, o zulmü doğrudan kendi yaşamışçasına anlatmış. “Öğretmen çocuğu olmak zordu”, diyor. Ne zengin ne fakir... Çok öfkeliymiş bu arada kalmışlığa, çok sürünmüş, çok acı çekmiş... Öfkesi; düzene, kapitalizme, faşizme, başımızdakilere, bir avuç insanın kusacak kadar kötü koşullarda yaşayıp bunun farkında olmamasına, insanlara... en çok da öfke duymayanlara! Ona göre bu ülke, vasatın ötesine geçenleri kendi çocuğu saymayan bir ülke. Onları hain sayan, hasta sayan bir ülke burası. “Vasat olacağıma, rezil olurum daha iyi.”, diyor.Bütün öğretmen çocuklarının, bütün çektiği acıların intikamını almaya, öfkesini dile getirmeye karar vermiş.

“TOL” Kürtçe, intikam demek. Bu nedenle seçilmiş kitap adı olarak. Ve şu cümleyle başlıyor:

"Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi."


Öfkesi şiddete, şiddeti kelimelere dönüşmüş Murat’ın. Bu ülkede heryerde şiddet var ve bu anlatılmalı. Şiddete uğrayan anlatmalı şiddeti. Bu anlatım da temiz olamaz. Öfke, şiddet dili de vurmalı! Böylesine inançlı Murat Uyurkulak ve ona göre karamsar bir roman bu.Varoluşu değil, yokoluşu anlatan, politik bir roman...O aslında iyimser bir insan ama edebiyatçı kimliği kötüleri didikliyor, deşiyor...

Karışık bir kurgusu var romanın. Uyurkulak dört yılda yazmış kitabı. İki yıl da editasyonla geçmiş. Romanın T, O ve L diye üç bölümü var.
Yazar romanı bir tren yolculuğuna oturtmayı bilinçli olarak seçmiş: “Hani bir tren büyük bir sesle gelir ve geçer ya, okuyucunun hayatında böyle bir şey yaratsın istedim”

Murat Uyurkulak’a göre Türkiye’nin iki başkenti var.. Biri İstanbul, diğeri de Diyarbakır. “TOL” bu iki kent arasındaki yolculuğun romanı. Yolculukla beraber, devrimcilerin, delilerin, şairlerin, kırgın sarhoşların gözüyle insanların iç dünyaları ve Türkiye’nin son yirmi yıllık tarihi anlatılıyor.

Günlük, yaşayan dili seçmiş olmasının romanına sağladığı samimiyet başarısının en önemli etkenlerinden biri.

“TOL” birçok yabancı dile çevrildiği gibi, Mahir Günşiray tarafından da sahneye konulmuş. Bugünlerde de Almanya’da sahnelenmekte.

“TOL” okumak, Murat Uyurkulak’la tanışmak bizi o yıllara götürdü. Seksen çocuklarının duyarsızlığına, ilgisizliğine duyduğumuz kırıklığı biraz olsun dindirdi.

Comments: Yorum Gönder



<< Home

This page is powered by Blogger. Isn't yours?